Not:
Daha çok bir sohbet havasında sanki birileriyle konuşuyormuşcasına
yazmaya çalıştım, hatalarımı görmezden geliniz. Umarım
işinize yarar ve bu konuda sizlere yardımcı olabilmişimdir.
Çok Gezen Bilir:
Öncelikle
şu cümlelerle başlamak istiyorum:
Araştırmalara
göre; insanlar okuduklarının sadece % 10' luk bir kısmını
hafızalarında tutabiliyor iken, görüp, duyup, söyleyip ve
dokunabildiklerinin ise %90' lık bir kısmını belleklerinde
tutabiliyorlarmış. Buna en basit örnek ise; telefonumuzdaki birçok
pdf dosyası, metin, yada not gibi öğelerin kapladıkları alanlara
karşılık, bir kaç dakikalık görsel öğe yada videonun
kapladığı alan ile kıyası olacaktır sanırım.
Evet
birşeyleri öğrenmek birşeyleri bilmek ile aynıdır ve bizde
yaşamımız boyu hep birşeyleri öğrenmekle yaşamış, tecrübe
etmiş ve tecrübelerimizide o doğrultuda hep ilerletmişizdir.
Peki
ne şekilde öğreniriz, okuyarak mı?
Eğer
cevabımız bu ise, ilk insan, soyunun devamı için karşıt cinsine
değil direk kitaba başvurmuş olacaktır. Ya da ebenin elinde bir
kitap ''çocuk şu ana kadar içerden çıkmalıydı'' olmalıydı.
Veyahut isyan eder, kitaplarda bisiklet nasıl sürülür yazılmıyor
derdik.
Peki
bu sorunun cevabı istediğimiz gibi değilmi?
O
zaman söyleyin bize, kainata vahiy mi indi ki, biz şimdi dünyada
altı kıta olduğunu, Everestin en büyük dağ, Van Gölü' nün
ülkemizdeki en büyük göl, dünyanın yuvarlak olduğunu veyahut
başka diyarlarda başka insanların renk renk bulunduğunu onların
dilinin bizden farklı, kültürlerinin bizimle uyuşmadığını ve
daha nice nicelerini nereden bulduk, bizim görmediğimiz ve
bilmediğimiz vahiy kitabında mı?
Bence
kesinlikle hayır eminim sizin içinde öyledir.
Veyahut
artık kaldımı bilmem.
Soğuk
kış gecelerini ısıtan büyüklerimizin sohbetlerini dinlemek ve
onların bizlere kendi elleriyle sundukları nice güzel anılara
keyifle katılmak:
--''evet
çocuklar ben o yıllarda oradaydım çok güzel yerler şıvarma
kebabı mısırda yediğim en güzel yemekti her ne kadar büyük
annenize öğretmeye çalışsamda açıkca söylemeliyim ki onlar
kadar iyi yapamıyor, duymasın ama bu konuda biraz beceriksiz
sanırsam''...
evet
bu muhabbeti sizde çocuklarınıza bırakacakmısınız yada;
--''hayır
evladım hayır ben o yıllarda okurdum sürekli okur, büyük
annenizin yaptığı yemeklerden başkasını yemedim bazı yemek
isimleri var aklımda ama nasıl bir şey olduklarını bilmiyorum''
mu
diyeceksiniz peki seçim sizin olsun...
O
zaman söze dahada farklı gireyim konuyu açayım hemde çook
açayım.
Mesala
Piri Reis' ten bahsedeyim: Dünyaca ünlü Osmanlı' nın en büyük
denizcilerinden. Günümüzde dünyanın uydudan çekilmiş
görüntüleri, Piri Reis' in 1528 yılında çizdiği dünya
haritalarına bakılarak düzeltiliyor. Peki sorayım o zaman Piri
Reis böyle şahaserler ortaya koymak için kimin haritalarına
bakmış neyi ve neleri okumuş? Cevap veren olacakmı? hiç
sanmıyorum.
İçinizden
şunlar mı geçiyor, bizde şahaserler ortaya koymak istiyoruz fakat
nasıl?
Sorunun
cevabı bu mu; okuyarak.
Hayır
hayır bence bu değil siz ne düşünüyorsunuz.
Ortaya
bir eser koymak istiyorsanız sıfırdan başlayacaksınız sizi
yöneten ve yönlendiren olmayacak akside olamaz zaten olsa bile
kopya olur, başkasının eserinden istiflenmek denir buna, biz de
buna taklit deriz aynısını zaten yapmışlar kendinizi boşuna
yormuşsunuz size gerek yoktu deriz.
O
zaman söyliyeyim size bu işin sırrını; ama birilerinden
bahsederek;
Galileo
herkes tanır fiziğin babası olarak bilinir, dünyanın yuvarlak
olduğunu ve kendi etrafında döndüğünü bizlere sunan bir deha.
Sonuç bu dedikleriniz İncil' de yazmıyor diye kilisenin baskısına
uğrayan ve ömrünü zindanların karşı çıkılmaz karanlığına
adayan bir mucit.
Peki
galieo bu bilgileri nereden buldu. Rüyasındamı?
Yada
icat ettiği teleskopla evreni gezerken mi buldu. Cevabı bu sefer
sizde kalsın?
Birinden
daha bahsedeyim Arşiment fiziğe katkısı bahsedilemez düzeyde.
Suyun kaldırma kuvvetini bulan adam derler. Nereden ve nasıl buldu.
Edison,
Grhamm bell, Macellan, Benjamın Franklın...
İsmini
sayamayacağım kadar bir çok tarihin unutmadığı ve unutamayacağı
insan varki. Lakin bunlar arasında bir benzerlik bir ortak nokta
var. Sanırım bu ''fizik'' olmalı.
Bir
çok bilim dalını türeten ve evrende bizim göremediğimiz bir
şekilde yaşayan bu dal nedir ve ne ile uğraşır.
Fiziğin
özeti şu: doğayı gezen ve gezdiği yerler ile neden-sonuç
ilişkisi kuran ve bunu uygulamaya döken bir bilim dalıdır.
Dikkatinizi
isterim, evren fiziğin içerisinde fizikte doğayı gezmenin ve
açıklamanın peşinde.
Yani
okuyan değil, bilgi; üretenin veyahut gezenin peşindedir.
Tıpkı
tarihe adını altın harflerle yazdıran Kristof Kolomb gibi.
Söyleyin
o zaman gezmek bilgiyi aramak değil ise şuan birçok bitkinin
varlığından bir çok doğal kaynaktan ve Amerika denilen bir
kıtadan söz etmek pek doğru olmazdı sanırım. Eğer Klomb
gezmeseydi herkesin severek yediği patatesten habersizdik, bir de
konuya bu yönüyle bakın bu en minik bir örnekti sadece.
Daha
önce dünyada ve evrende yapılan sayısızca keşif nerelerde
yazılıyoduki hiç çabalamadan yattığımız yerde okuyup bilgi
sahibi olaydık. Dahası bu düşüncelere sahip olmasaydık bilgiyi
farklı yerlerde aramak için koşturmaz buralarda olmazdık.
Uzay
denince akla sonsuzluk gelir bunu herkes tahmin edebilir, ucunu
göremeyiz çünkü; peki ya kıyıda oturup okyanusu izlerken ne
düşünüyorsunuz, yine mi sonsuzluk, okyanusun diğer ucunu da
göremiyorsunuz.
O
zaman da siz buna bilmek derdiniz '' dünya bir tepsi üzerinedir
gökte onun tepesinde döner dolaşır '' lafını körü körüne
okumak bir bilgiydi sizin için. Ama bilginin tanımına uymuyordu
ki, peki bunu nereden ve nasıl öğrenecektiniz.
Bunu
ancak bu şekilde öğrenebilirsiniz. Yüzmeyi nasıl öğrendiyseniz.
Öncelikle göllerin akarsuların kenarlarını gezip, kayasız,
taşsız bir su kenarı bulacaksınız sonra suyun derinliğini
ölçecek seviyenizin aşmadığından emin olacaksınız daha sonra
yavaş yavaş su ile boğuşacak ve sonunda yüzmeyi öğrenmiş bir
şekilde galip ayrılacaksınız.
Peki
sorarım size hanginiz bunların aksini yapıp elinde bir kaç kitap
ile nasıl yüzülür diye okumaya yüz tutmuş ve bilgiyi bilginin
kaynağında aramaktan vaz geçmiştir.
Tasvir
edin bakalım adını ve ne işe yaradığını bildiğiniz fakat
görüntüsünden, kokusundan, iriliğinden, renginden habersiz
olduğunuz yüzlerce baharatın bulunduğu bir baharatçıya giriniz,
bir hastanız için güya adlarını bildiğiniz baharatları seçip
alınız. Hangisini hangisinden ayırt edebilirsiniz. Tahmini
aldığınız 5 -10 baharatla hastayı kurtarmayı bırak, hastaneye
yetiştirmeye bakın siz.
Neticede;
Bilgi
önce üretilir bunun içinse gezmek dolaşmak, öğrenmek gerekli.
Gezip
öğrenilen bilgi sonra paylaşılır ve artar.
Ve
kitaplarda asla tadamayacağınız, asla göremeyeceğiniz, asla
dokunamayacağınız, ve asla okuyamayacağınız nice çeşit çeşit
hislerin duyguların farkına varmış olursunuz.
Kitaplar
sadece kitabın yazarının bakış açısını sana yansıtır, bir
başkasının değil, ve sende o bakışın arasına zincirlenmiş
şekilde onunla yaşarsın. Kendini asla yansıtamaz bir konu
hakkındaki çelişkilere asla son noktayı koyamazsın.
Şöylede
düşünebilirsiniz.
Ayrı ayrı odada aynı yetenek ve aynı seviyede iki ressamımız ve birde ilk kez gördüğüm Ahmet bey olsun. Öncelikle ben Ahmet beyi iyice bir süzeceğim kaşına, gözüne, boyuna, posuna, şişman mı, zayıf mı, giydiği kıyafet nasıl üstüne oturmuş mu renkleri uymuş mu diye bir izleyeceğim. Daha sonra Ahmet bey bir odaya, bende diğer odaya gireceğim. İlk ressam ahmet beye baka baka resmini çizer ve olabildiğince ona benzetmeye çalışır. Ben ise diğer ressama Ahmet beyi tasvir etmeye çalışıyorum işte saçları kısaydı, boyu uzundu, kaşları karaya yakın ve kalındı gibi. Evet her iki ressamda odadan çıktıktan sonra Ahmet beye benzeyen resim sizce hangi ressamındı. Ahmet beyi görerek cizen ressamın mı yoksa benim dağınık anlatımımla dizayn edilmeye çalışılan resim mi. Hem belkide benim bulunduğum odadaki ressam benim anlatımımdaki Ahmet beyi kendi hayaliyle tasvir etmiştir. Diyelim ki benim boyum kısa, ahmet beyi çok uzun gördüğüm için ressama boyu uzun dedim o ise göremediği için kendince dahada uzun çizdiyse bu sadece bir boy için iki kat hata değilmi. Gerisini de siz düşünün acaba resim ahmet beye benzeyecek mi.
Ayrı ayrı odada aynı yetenek ve aynı seviyede iki ressamımız ve birde ilk kez gördüğüm Ahmet bey olsun. Öncelikle ben Ahmet beyi iyice bir süzeceğim kaşına, gözüne, boyuna, posuna, şişman mı, zayıf mı, giydiği kıyafet nasıl üstüne oturmuş mu renkleri uymuş mu diye bir izleyeceğim. Daha sonra Ahmet bey bir odaya, bende diğer odaya gireceğim. İlk ressam ahmet beye baka baka resmini çizer ve olabildiğince ona benzetmeye çalışır. Ben ise diğer ressama Ahmet beyi tasvir etmeye çalışıyorum işte saçları kısaydı, boyu uzundu, kaşları karaya yakın ve kalındı gibi. Evet her iki ressamda odadan çıktıktan sonra Ahmet beye benzeyen resim sizce hangi ressamındı. Ahmet beyi görerek cizen ressamın mı yoksa benim dağınık anlatımımla dizayn edilmeye çalışılan resim mi. Hem belkide benim bulunduğum odadaki ressam benim anlatımımdaki Ahmet beyi kendi hayaliyle tasvir etmiştir. Diyelim ki benim boyum kısa, ahmet beyi çok uzun gördüğüm için ressama boyu uzun dedim o ise göremediği için kendince dahada uzun çizdiyse bu sadece bir boy için iki kat hata değilmi. Gerisini de siz düşünün acaba resim ahmet beye benzeyecek mi.
Hem
gezerek kapıldığın duyguları okuyarak bulamazsın. Bir müzeyi
gezmek oradaki sanat eserlerine dokunmak ve adeta tarihi yaşamak,
tarihi okumak ile kıyas edilemez bile, bunu ilk okul çocukları
dahi bilir, tarihi yaşamanın tarihi okumaktan daha değerli
olduğunu. Peki öncelikle hangisi yapılır okumak mı? Şu anki
ortak noktamız şu olsa gerek hayır. Ve bir şeyi okumak için
öncelikle yaşamanın gerektiği herkesce aşikar bir konu. Bunuda
siz düşünün hak vereceğinizi umuyorum.
Bir
çok insan bunaltıcı iş hayatından bir an önce kendini dışarı
atmak, adeta düdüklü tencere gibi patlamaya hazır beyinlerini
rahatlatmak gevşetmek sitres atmak ister. Küçük yada büyük bir
tatil hayallerini gerçekleştirme düşüncesine kapılır. Peki
nereye başvururlar bunuda düşündünüz mü.
Ya
yaşadığı bölgeden bir kaç saatlik uzaklığa yani kırlara,
çayırlara gezintiye çıkar. Ya görmek istediği yerleri gezer
ülke içinde dolaşır, yada planlarını gerçekleştirmek üzere
küçük bir dünya seyahati yolculuğuna yolcu olur. Okuyarak zevk
alamadıkları bir çok şeyi artık planlarına dökmüş ve bir çok
ihtiyacını tek bir yola başvuru yaparak çözmüş olacaklardır.
Şimdi
sizlere bir soru soracağım.
Emin
olun çok zor değil en azından bizim için.
Bize
ilk okulda okudğunuz birçok kitaptan sadece herhangi birinin
içeriğini değil sadece adını söyleyin, sadece adını.
Bunu
kaç kişi becerebiliyor.
Eğer
sayı hiç yok yada çok az ise; birde şöyle sorayım. Bana ilk
okulda gittiğiniz herhangi gezinin
birinden
bahsedin. Eminimki bunu becerebiliyosunuzdur.
Yani
siz bana bir kitap ismi dahi söyleyemiyor iken, saatlerce sürecek
anılarla burayı çoşturabilirsiniz. Peki sizce şuan hangisi daha
kıymetli; gezmek mi yoksa fırtınaya rağmen göklere çekmeye
çalıştığınız okumak bayrağımı.
Eğer
ikna olmadıysanız şimdi siz beni ikna edeceksiniz hemde kendi
teziniz ile.
Lütfen
okuduklarımı dikkatlice dinleyin, bu sizin yararınıza olacaktır,
ve sonunda çok kısa bir soru soracağım.
- Babür imparatorluğu 5. hükümdarı Şah Cihan tarafından, o zamanki imparatorluğun başkenti olan Hindistan'ın Agra şehrinde, Yamuna Nehri'nin kıyısında yapılmış ve 1632 de inşasına başlanan eser 20 yıl sonra 1652 de tamamlanmıştır,
- Bu yapı 305x580 metre ölçülerinde dikdörtgen avluda yer alan ve dört cephesinin ortalarında 33 metre yüksekliğindeki kapılarıyla 75 metre yüksekliğindeki anıt kubbeyi çevreliyor ve yapıda yüzbinlerce akik, sedef, firuze ve duvarlarına gömülü yüzlerce zümrüt, yakut, pırlanta ve iri inciler kullanılmıştır.
- Yapının mimarları; Mimar Sinan' ın talebelerinden “ Mehmet isa, Mehmet İsmail ve Hattat Serdar Efendidir.
- Romantik görünüşü ile herkesi büyüleyen, doğulu ve batılı bir çok ünlü yazar ve şaire ilham kaynağı olan yapı, mehtaplı gecelerde bile aydan daha parlak görünür.
- Bu yapı 1983 ten bu yana UNESCO' un Dünya Miras Listesine eklendi.
=>
Peki okuduğumuz bilgiler ışığında her kesin çok iyi bildiği
bu yapının ne olduğunu bize söyleyebilirmisiniz...
--TAC
MAHAL--
=>Evet
eğer bu yapının ne olduğunu (<bir iki kişi dışında>)
söylüyemiyorsanız sonuç açıkca basit ve ortadaki çok
okumanın teori üzerine boş beyin yormalarının
gereksiz
vakit kaybı ve enerji israfının bir kanıtını olduğunuda siz,
bize sunmuş oldunuz demektir. Yani bizim tezimizin ispatını siz
bize yaptınız.
Bu
bilgileri belki şimdi belki birkaç saat sonra unutacaksınız ama
bu olay ve bu görsel uzun müddet hatırınızda kalacak ve kolay
kolay silinmiyecektir.
Şimdi
iyice düşünün meselenin aslına varalım.
Ve
meselenin aslı şu ki: asıl şimdi zaman sizden değil siz zamandan
birşeyler çalmış oldunuz demektir.
Hayat
yaşadıklarımızı öğrenme üzerine kurulu ve öğrendiklerimizide
uygulayabilme üzerine.
Hiçbir
aslan karnımı nerede, nasıl doyuyurum aha şurda bir ceylan gördüm
şunu nasıl avlayabilirim gibi sorunların cevabı için, kitaba,
okumaya başvurmaz.
Ya
da yuvadan çıktıktan saatler sonra uçabilen bir kuş acaba nasıl
uçabilirim, sorusunun cevabını okuyarak bulamaz. Bakar, gezinir,
dolaşır, izler ve tatbik etmeye çalışır ve başarır.
Gördüğünüz
gibi doğa dahi öğrenme işini bu şekilde gerçekleştiriyor
Herkesin
sık sık duyduğu bir laf vardır;
Oda
şudur ki; “gel ablacım abicim sudan ucuz bunlar gel” lafı;
Ama
maalesef ki en temel ihtiyacımız olan ucuz suyu dahi, gezerek
buluyoruz okuyarak değil...
Peki sen bunları nereden biliyorsun?
YanıtlaSilKristof Kolomb u mesela?
Okulda öğretmenlerin söyledi yada kitaplardan öğrendin Kristof Kolomb un kim olduğunu. Gezip görmedin o adami
BENceeeeeeeeeeeeee haaaaaaaaaaaariiiiikaaaaaa
YanıtlaSilBu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
YanıtlaSil